Türkiye’de çok denk geldiğimiz bir resimden bahsetmek istiyorum bugün. İş makinesini hayranlıkla izleyen insanlardan. Özelllikle erkeklerin daha çok yaptığı bir eylem. Hatta genç izleycilerimin ah işte babam diye tepki verdiğini duyar gibiyim. Bugunkü video bizler neden iş makinelerini izlemeyi seviyoruz?
Rizzolatti ve takımındaki bilim insanları 96 yılında makak maymunları ile deney yaparken premotor bölgesinde F5 adlı bölgede ayna nöronlarını keşfettiler (kaynak 1). Bu sinir hücrelerini en basit şekilde açıklamak gerekirse bir eylemi yapmayıp izlerken beyninizde adeta o eylemi yaparmışcasına aktivasyon gözlemlenmesi. Bu sebepten bir futbolcunun hayalarına top gelince ya da başını çok kötü çarpınca izleyenler bile acı çekiyor. Top bizim bir yerimize değmese de o acıyı hissedibilmemizi ve hatta empati duygumuzu bu ayna nöronlarına borçluyuz diyebiliriz.
Küçük Emrah’ın ah ne yapsam kurtulabilsem, bir seni benim gibi unutabilsem diye şarkısında unutmak için yalvarmasını hatırlarsınız. Unutamamak Küçük Emrah’ın o dertli dertli söylediği şarkısındaki gibi zor bir durum mu? Tabi Küçük Emrah sonra unuttu ki piyasalarda neşeli şarkılarıyla ortaya çıktı. Peki ama anılarını hiç unutamayan, hafızası gerçek anlamda anormal anlamda olan hastalar ne yaşıyor ve beyinlerinde ne farklı? Bugünkü konumuz Hyperthymesia (Hipertimezi) hastaları.
Bu konu başlığında Adriana Lima’yı kullandım herkesin aklında standart üstü güzelliği temsil ediyor diye. Konumuz, ilişkide güzellik ne kadar önemli oldugu. Mesela dünyanın en güzeli kadını ile ilişki yaşasanız ne olacak?
Fiziksel çekim tabi ki ilişkilerin başlaması ve ilerlemesinde ve hatta bitmesinde çok önemli bir yere sahip. Ancak ilişkiniz uzun süreli ilerliyorsa işler beyniniz için öyle ilerlemiyor. Neden? Çünkü beynimiz maalesef ki hem iyi hem de kötü bir özelliği olan bir özelliğinden kaynaklanıyor. Bu özelliğin adı habituasyon. Yani beynin aynı şeyi gördükten sonra artık gördüğü uyarıcıya karşım uyum sağlaması ve eskisi gibi tepki vermemesi.
Duygularımızı kelime kullanmadan anlaşmamızı sağlayan araçlardan biri emojiler. Sosyal medyada sıkça kullanıyoruz. Peki ülkere ve cinsiyetlere göre nasıl değişiyor? Bu soruya cevabı ABD’deki University of Michigan’dan Wei Ai ve Çin’den Pekin Üniversitesi’nden Xuan Lu ve ekibinin ortaklaşa çalışmalarındaki 3 milyon emoji analiziyle bulalım (kaynak 1). Araştırmacılar, android telefon sahiplerinin Google Play’den indirebilecekleri Kika adlı bir uygulama geliştiriyorlar. 200’den fazla ülkeden veri toplansa da 10 ülkenin kullanıcılarına odaklanıyor. Bu ülkeler Türkiye, Fransa, Rusya, Meksika, Kolombiya, Brezilya, İspanya, Arjentin, Endonezya ve ABD. 3,8 milyondan fazla kullanıcıdan alınan 1 aylık emojileri inceliyorlar.
Bilişsel psikolog olarak algılama, problem çözme konularını okumayı seviyorum. Ara ara başka örneklerle de okuyucularıma ulaşmak istiyorum. Yoksullukla ilgili bir şeyler okurken mevsimlik işçilerle ilgili bu çalışmayı gördüm ve bunu da sizlerle paylaşmak istedim.
Harvard ve Princeton Üniversite’sinden araştırmacıların yaptığı bir çalışmada Hindistan’daki 54 köyden 464 çiftçisiyle yapılan bir çalışma ile devam edelim. Şekerpancarı yetiştiren bu işçilerle hasat zamanı ve öncesinde bir görüşme yapılıyor. Görüşmelerde kendilerine bilişsel ve zihinsel yeteneklerini ölçmek için çeşitli testler veriliyor. Bu testler Raven’s Matrices ve numerik Stroop testi. Bu testlerde bir şekil verilip eksik olan parçayı bulmayı ya da dikkatlerini dizilime vermeleri isteniyor. Örneğin, 5 5 5 sırasında 5 kaç kez dizilmiştir diye sorduğumuzda 3 sayısını söylemek zorlar beyni ve aklınıza 5 geldiğinden 3’ü söylemek daha bir çaba gerektirir. Araştırmacılar hasat zamanından önce ve sonra çiftçilerin zihinsel performanslarına bakmışlar. Araştırmalar ek olarak çiftçilere maddi sıkıntılarını da sormuşlar.
Bugün size lacivert renginin algılanması ile İngiliz, Türk ve Rus katılımcılardan oluşan bir deneyden bahsetmek istiyorum. Bu deneyi yapan kişilerden biri benim Bilkent Üniversitesi’ndeyken istatik dersi aldığım ve o zamanki bölüm başkanımız olan Prof. Emre Özgen; diğeri de gelişim psikoslojisi dersi aldığım güzel Türkçesiyle bizi şaşırtan Dr. Oliver Wrigt.
Bildiğiniz üzere renk sürekli bir dalga boyudur. Sizin mavi dediğiniz rengin aslında kırmızı, yeşil ve mavi tonlarının (RGB) çeşitli ağırlıkta birleşimi var. Hatta photoshop programlarında bu renklerin kodu farklıdır. Doğada aslında renk yoktur ama ışığı yansıması vardır. Ama bizim gözlerimiz bunu sürekli değil de kategorik algılıyor.
Amerika’da ünlü bir mücevher markası olan De Beers, önce evliliğin sonsuza kadar sürmesini erkeklerin eşine mücevher etmelerine bağlıyor. 80’lerde ise 2 aylık maaşınız size bir ömür evliliklerde tek taş fikrini Amerikalıların beynine yerleştiriyor. Bu kampanyalar o kadar etkili olmuş 2.dünya savaşından önce söz yüzeklerinin %10’undan elmas varken 1900lü yılların sonuna 2000li yıllara girerken söz yüzüklerin %80’nde elmas vardı (kaynak 1).
Türkiye’de websitelerinden aldığım ortalama rakamlara göre 2019’da düğün yapmanın masrafı en az 30 bin ve tercihlerine, geleneklerinize göre bu rakam 100 bine kadar çıkabiliyor. Özellikle sosyal medyada fotoğraf paylaşılacak en önemli dönem bu dönem olarak görüldüğü için bazı insanlar bu dönemde ‘aman bir kere oluyor’ deyip lüksü abartabiliyor. Hatta kredi çekip bu dönemi daha da stresli hale getirebiliyorlar. Hele ki evlenen tek çocuksa, evin tek kızıysa, ya da evin tek oğluysa bu düğünlerin şaşası artıyor. Peki bu şaşalı düğünlerle boşanma arasında nasıl bir korelasyon var? Daha çok lüks düğünü yapanlar daha mı mutlu yoksa daha bir mutsuz oluyor?
2014 yılında, Atlanta’da Emory Üniversitesi’nde Ekonomi bölümündeki iki araştırmacının yaptıkları bir çalışmayla dügün harcamaları, tek taş fiyatları ile ve evliliklerdeki huzur arasındaki ilişkiye bakıyorlar (kaynak 2). Bu çalışmada ilk kez evlenen 3100 çifte evlilikleri için harcadıkları ücretler ve evliliklerindeki mutsuzluk ve boşanma oranlarına bakmışlar. Çıkan sonuçlar şöyle:
Yüzükleri 2 bin ila 4 bin dolar arasında olan kadınlarla yüzükleri 500 ila 2 bin dolar arası olan kadınları karşılaştırınca, yüzükleri için daha pahalı olan kadınların yüksek düğün masraflarına bağlı olarak evliliğinde huzurluk daha fazla.
Evlilik masrafları 1000 dolar kişilerin evliklerine 5 ila 10 bin dolar harcayanlarla karşılaştırınca, düğün için az masraf yapanların stresi çok para harcayanlardan %85’ten daha az ekonomik stres yaşamış.
Bu sonuçlar bize ne anlatıyor?
Az bütçeyle evlenenlerin evliliğinin daha uzun süreli olması dışarıdan gelecek tepkileri düşünmek yerine kendi yeterliliklerini bildiğini ve bu konuda da anlaşabildiklerini gösteriyor. Şöyle düşünün, bir taraf aşırı lüks isterken diğer taraf daha dengeli harcamayı isterken bu süreci atlatamayan kişiler daha bu ilişkilerini test edecek bir durumla karşı karşıyalar. Bu süreci kavga veya alınganlık yerine çoklu açılardan düşünüp kendileri için rasyonel kararı veren çiftlerin boşanma ihtimalleri daha düşük.
Siz siz olun evliliğinize en büyük tehdit olan ekonomik stresle başlamayın. Ekonomik kaygılar kişileri hırçınlaştırır, detaylara ve hatalara odaklanmasına sebep olur. İlişkinin en güzel dönemlerini gezmek, kendinize iyi gelecek hobilere ayırmak yerine hiç tanımadığınız kişileri lüks şekilde eğlendirmek için harcamak ise mutsuz saatler olarak dönecektir.
Evlenme aşamasında düğün harcamaları konusundaki iletişim süreceniz de evliliniz hakkında ipucu verecektir. Bu süreci her şeyin en güzeli olsun diye veya düğün stresi ile saçmaladığımız süreç diye geçiştirmek yerine üzerine ciddi ciddi düşünün. Başkalarına gösteriş yapma niyetinde olan bir partneriniz varsa unutmayın bu ev eşyalarında, oturulacak bölgede, gidilecek tatillerde de aynı gösterişi bekleme olasılığına sahiptir. O sebepten ekonomik beklentileri ve harcama stillerinin eşleşmesi de evlilikteki huzuru etkileyen önemli bir faktördür diyebiliriz.
Kaynaklar:
1.Cawley, Laurence. 2014. “De Beers Myth: Do People Spend a Month’s Salary on a Diamond Engagement Ring?” BBC News Magazine, May 16. http://www.bbc.com/news/magazine-27371208 (accessed on October 17, 2014).
Gecen videomda Spotlight etkisinden bahsetmistim. Kısaca hatırlatmak gerekirse Spotlight etkisi, kişinin egosantrik bir şekilde kendisine çok odaklandığından başka insanların da sürekli kendisini izlediğini, incelediğini düşünmesi. Ancak bunun tam tersi bir etki de ters spotlight etkisi. Ters Spotlight etkisi diye adlandırabileceğimiz bu etki, kişinin kendi vücudundan ya da kendi hareketlerinin başkalarını etkilemesinden haberdar olmaması. En güzel örnekleri de ağız kokusu, koltuk altı veya ayak kokusu olan insanların bu durumdan haberdar olmaması. Bugün koku konusunu işleyerek ters Spotlight etkisini anlatmak istiyorum.
Ters Spotlight etkisinin bir sebebi beynimizin bazı değişgenlere adapte olması. Şöyle düşünün siz evde parfüm sıktığınızda ilk anda o kokuyu koklasanız da 30 saniye sonra duyduğunuz koku ilk andakine göre çok çok azalır. Bir insan sürekli maruz kaldığı kokuya beyindeki sinir hücrelerine verdiği tepkideki azalma habituasyon, bunun davranış seviyesinde alışmasına ise adaptasyon diyoruz. Bu bilgiyi 2006 yilinda Neuron dergisinde yayinlanan bir makalede yapilan bir calismayla da tekrar onayliyor. Wen Li ve arkadaslari tarafindan yapilan bu deneyde 18 kisi uzerinde yaptiklari calismada, insanlarin kokuya 30 saniye adapte olmasinin beynimizde koku algisiyla ilgili oldugu bilinen orbitofrontal ve piriform cortexte de aktivasyonlarin da 30 saniye sonra habitue olup azalmasiyla gostermisler. Özetle hem davranışsal hem de nöral olarak burnumuz kokuya alıştığından artık kokuların farkında olmuyoruz.
Peki bizler kokuyor muyuz?
Etrafınızda ter koksa da ben hiç ter kokmam diyen bir çok kişi var. Peki gerçekten bu kişiler ter koktuklarını biyolojik olarak da bilmiyor olabilirler mi? Bu bilgilerden sonra kendimize asıl sormamız gereken ya kokuyorsak ve farkında değilsek? Peki bizler kokuyor muyuz ki sorusuna yakından bakalım öncelikle. Öncelikle yine bilimsel çalışmaları gündelik dilimize uygun bir şekilde indirgemem gerekirse Japon veya Koreli değilseniz kokuyorsunuz. Çünkü, Japonya ve Kore’de nüfusun yuzde 95’nin genetik sebeplerle kokmayacağını düşünebilirsiniz. Çünkü Uzak Asyalı’larda onların ter kokusunu ortadan kaldıran bir genotip var ve bizdekinin aksine Japonların, Korelilerin kulak kiri bizimkisinin aksine kuru ve yapışkan değil. Çok detaylara girmeden açıklamak gerekirse, insanlarda ABCC11 geni var. Bu gen terlememizdeki kokudan kulak kirine kadar her şeyi belirlioyr. Bu gendeki SNP nükleoitidi de kulak kirinin kıvamını etkliyor. Asyalılar ABCC11 geninin AA genotipinden dolayı kokmazlarken ABCC11 geninin G genotipine sahip kişiler ter kokarlar. Asyadan Afrika’ya doğru ilerledikçe bu konunun arttığını söyleyebiliriz. Hatta 2006 yılında Nature Genetics dergisinde bir haritayla ülkelerdeki genotip haritalandırmışlar. Ayrıca bizim ter kokusu dediğimiz şey aslında terin kokması değildir. Ter su gibi bir şeydir ama o kokuya sebep olan bizdeki bakteriler. Terleme beziyle sorunu olmayan herkes terler, ama herkes kokmaz.
Kişisel deneyimlerinden yola çıkarak, Japonya, Batı ve Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da gezdiğim yerlerden ve farklı ülkelerin insanlarıyla olan iletişimden de yola çıkarak gerçekten de bu koku haritasını burnunuzla onaylayabilirsiniz. Örneğin, 2016 yılında Tokyo’da gezinirken iş çıkışı saatinde çok kalabalık bir metroya bindim. İlginç bir şekilde hiç ter kokusu koklamadım. Bilenler bilir Tokyo yazın aşırı nemli ve çok sıcak.
Koku konusunun psikolojik, nöro ve genetik yanlarına değindikten sonra ülkemizin de Ortadoğu ve Avrupa coğrafyasında olduğunu düşünürsek, bizlerin de bu sebeplerle ter kokabileceğini düşünebiliriz. Ben etrafımdan ter koksa da ‘ben asla ter kokmam’ laflarını çok duysam da kimseyi kırmama adına bu bilgiyi paylaşmadım. Çünkü biriyle göz temasında bu bilgiyi vermek çok hoş karşılanmayabilir. Ancak, tersine Spotlight etkisine anlatrıken insanların kendi kokaların adaptasyon olduklarından bu etrafındakilerin kendilerinden rahatsız olduğun farkedememelerini anlatmak istedim.
Ortak yaşam alanına sahip alanda sorunlarını konuşarak, duygularını anlatarak çözümşeyen en ilerlemiş varlıklar olan biz insanlar, ortak yaşam alanında yine kokumuzla da başkalarını rahatsız edebiliriz. Sadece bu değil cep telefonunu aşırı yüksek ritimle kullananlar, yüksek sesle konuşanlar, ya da restoranlarda kameralı görüşmelerini kulaklıkla yapmayan insanlar da etrafa verdikleri zarardan bihaberler.
Ünlü Japon araba markası Toyota’nın eski genel mudur yardimcisi Taiichi Ohno, Toyota’daki üretim sistemini Toyota Ruhu adlı kitabında başarı ve verimlerini anlatır. Burada bilimsel bir yöntem kullanarak her soruna 5 kez neden sorusu ile yaklaştığını ve o sorulara verdiği cevaplarla derinleştirir. Ohno’nun bu tekniğini araba terimlerini ile açıklamak yerine siz Washington’da Thomas Jefferson anıtındaki sorunun asıl kaynağının hiç umulmadık bir sebepten olmasını anlatacağım.
1989 yılında Washington’da günlerden bir gün Thomas Jefferson Anıtı’ndan yaklaşık 25 kilo bir parça düşer. Bu sorun park görevlilerini harekete geçirir. Çünkü bu anıtlar ve parklar için yaklaşık 1 milyar dolarlık bütçenin 3te 1’i bu parkların bakımı için harcanıyor. Bir araya gelen uzmanlar ve Professor Donald H. Messersmith ve University of Maryland’den 2 öğrenci bu soruna çözüm ararlar. Bunu çözüm ararken şu soruları ararlarken ‘5 neden’ taktiğini kullanırlar.
Adından da belli olduğu üzere, burada 5 kez neden sorusunu sormak lazım.
1.neden sorusu: bu binanın yapısı neden bozuluyor?
1.nedene cevap: çünkü binayı temizlemek için ağır kimyasal madde kullanıyoruz .
Hemen ardından 2.neden sorusu gelir: neden ağır kimyasal madde kullanıyoruz?
2.nedene cevap: çünkü çok fazla kuş dışkısını temizlemeliyiz
3.neden sorusu: neden çok kuş dışkısı var burada?
3.nedene cevap: burada çok fazla örümcek var ve bu örümcekleri kuşlar yiyor
4.neden sorusu: bu kadar çok örümceğin burada işi ne?
4.nedene cevap: örümceklerin çok yediği bir sinek türü anıttaki tozdan dolayı burada.
5.neden sorusu: Peki bu sinek istilası neden oluyor?
5.nedene cevap: Cünkü bu anıtın akşam ışıklandırılması bölgedeki sinekleri çiftleşmek amacıyla buraya çekiyor.
Kısacası, sinekler ışık sebebiyle anıt etrafında toplanıp çiftleşiyorlar. Örümcekler sineği yemek için oradalar. Kuşlar örümcekleri yemek için oradalar. Kuşların dışkıları yüzünden temizlik işçileri ağır kimyasal madde kullanıyorlar. Kimyasal madde de anıtta hasarlara sebep oluyor.
Yani binadaki şekilsel bozukların asıl sebebinin binanın ışıklandırması olduğunu bulmuşlar. Peki çözüm olarak ne yapmışlar dersiniz? Böcekler güneş batmasına yakın bir araya geldiklerinden, güneşin batımından 1 saat sonra binanın ışıklandırmasını başlatmışlar. Böyle sinekler çiftleşmek için başka bir yere istila etmişler. Böyle %85 oranında sinek istilası azalmış. Ancak 1995 yılında turistlerin fotoğraf çekemiyoruz isyanı üzerine maalesef bu aydınlatma sisteminde eski saate dönülmüş.
Sonuç olarak, sorunları çözümü için neden-sonuç ilişkisini analiz etmek şart. Örnegin, Japon araba markası Toyota’nın eski genel mudur yardimcisi Taiichi Ohno, Toyota’daki üretim sistemini Toyota Ruhu adlı kitabında başarı ve verimlerini anlatır. Burada bilimsel bir yöntem kullanarak her soruna 5 kez neden sorusu ile yaklaştığını ve o sorulara verdiği cevaplarla derinleştirir.Bu sebepten yönettiğiniz bir projede, akademik çalışmada ya da hayatınızdaki herhangi bir psikolojik karmaşada, sorunun kökenine inmek için en az 3 tane neden sorusu sorun kendinize. Verdiğiniz cevaplar etkili çözüm bulmanızı sağlacak. Ayrıca, etrafınızda da dikkat edin yargılamak yerine merakla sorduğunuz ‘neden’ sorusunu geçiştirenlerin sorunlarla yüzleşmek istemediğini ve bir şeylerden kaçındığını, bir şeyler için acele ettiklerini göreceksinizdir.
Kaynaklar:
Card, A. J. (2017). The problem with ‘5 whys’. BMJ Qual Saf, 26(8), 671-677.