Suriyeli mülteciler hangi psikoloji ile çok cocuk doğuruyor?

Suriyeli mültecilerle ilgili 2 sene önce yaptığım videoda Suriyeli mülteciler savaş psikolojisi ile mi çok çocuk doğuruyor videosu yapmış ve bu sorunun cevabının hayır olduğunu anlatmıştım. Şimdi yeni çalışmalar ekleyerek daha güncel bir blog yazisi ile bu konuyu açıklamak istiyorum.

2 sene önceki videomda hızlı bir hesaplama yapınca, Suriyeli mültecilerin doğum hızının savaş öncesi döneme göre düşük olduğunu hesaplamıştım. 

Bazı çalışmalar savaş öncesi doğum kontrol oranının yüzde 58-75 olduğunu (cited from Nabulsi ve arkadaşları, 2021) savaş sonrasındaki çalışmalar ise kadınların doğum kontrol yöntemlerini kullanmanın yüzde 50’nin altında olduğunu gösteriyor. Bu bilgiyi duyunca ‘tamam işte demek ki kadınlar çocuk istiyor ki doğum kontrolüne yanaşmıyor’ diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. 2015 yılında yapılan bir çalışmada Suriyeli mülteci kadınların hamile olanlarından %52’si hamileliklerini istemediğini, kadınların %74’ü de gelecekte başka bir hamilelikleri önlemek istediklerini söylüyorlar (Benage ve arkadaşları, 2015). Yani doğan masum çocukların mutlu evliliklerin planlı/kazara gelen aşk meyvesi olduğu pek de söylenemez gibi.

Şimdi madde madde Suriyeli mültecilerle yapılmış çalışmalardan yola çıkarak çok çocuk doğurmayı etkileyen faktörleri açıklayayım.

  • Mülteciler Suriye’nin kırsalından mı kentselinden mi geliyor?

Bu önemli bir faktör. Örneğin, Suriye’nin daha kırsal bölgelerinde büyük aile kültürü var. 2020 yılında yayimlanan bir makaleden aldığım bilgiye göre Lübnan’daki mülteci kamplarında Güney Lübnan ve Bekaa bölgesindeki mülteciler, Suriye’nin daha kırsal bölgelerinden geliyorlar (Usta, 2020). Buradaki mülteciler, Şam’dan gelen mültecilere göre doğum kontrolünü daha az kullanıyorlar. Haliyle daha çok doğurdugu gözlemleniyor (Usta, 2020). Başka bir örnek de Independent haberden. Bu haberden anladığımız kadarıyla Ürdün’ün kuzeyindeki Azdaq mülteci kampındaki doğum hızı Suriye’deki ortalama doğum hızından da yüksek. Çünkü bu bölge insanının eğitim seviyesi düsük ve Suriye’nin kırsal bölgelerden veya kentsel bölgelerindeki kırsal mahallelerden göç ediyorlar. Bu bölge insanındaki temel motivasyonlar ise şöyle: kayıpların yerini doldursun diye çocuk yapmak, İslam’da doğum kontrol metodları haram diye düşünüp bu yöntemlerden uzak durmak, erkeklerin doğum kontrolüne karşı çıkması. Lübnan’daki sağlık sektörü çalışanları da Suriye’nin kuzeyinden olanların daha büyük aileler istediğini belirtiyor. Şam’dan gelenlerin ise daha farklı olduğunu belirtiyor.

  • Evliliklerde kadının söz hakkının ya da esler arasında iyi bir iletişimin olmaması

Yine bir ankette, katılan katılımcıların yüzde 72’i evlerinde aile planlamasına dair konuları hiç konuşmuyor. Dolayısıyla istenmeyen ya da kazayla doğan çok çocuk var (Usta, 2020). Kamplardaki kadınların çoğu erkekler olmadan sokağa çıkamıyor ya da ne zaman çocuk sahibi olacağına genelde erkekler karar veriyor ya da eğer bir kadın çocuk doğurmayı kabul etmezse eve kuma getirmekle tehdit ediliyor (Cherri ve arkadaşları, 2017). Dolayısıyla bir ailenin dünyaya getirmesi oturup beraber de bilinçli bir şekilde istenen, planlanan ve en önemlisi de çiftlerin beraber karar verdiği bir karar olduğu söylenemez.

  • Kadınlarıneşleri kuma getirir diye korkması

Bu maddeyi ayrı tartışmak istedim. Yapılan görüşmelerinden birinde bir kadın şunu söylüyor: Eşimle herhangi bir konuda anlaşamazsam kuma getirir daha çok çocuk istiyorum diye. Lübnan’daki sağlık merkezinden bir uzman da bu duruma tanık olduğunu söylüyor. Sağlık merkezindeki çalışanlardan biri, bazen erkeklerin kliniğe 2 eşiyle geldiğini ekliyor.

  • Erkeğe yüklenen anlam: 

Ataerkil bir toplum diye zaten Suriyeliler daha çok erkek çocuğu istiyor. Çünkü soylarını ancak bir erkeğin devam ettireceğine inanıyorlar. Bir de bazı aileler savaşta ailelerine baksınlar diye erkek çocuğunu tercih ediyorlar. Diğer bir bakış açısı da Kabakian-Khasholian’ın 2017 yılındaki makalesinden. Bu makalede örneğin, genç bir kadın, çok yaşlanmadan önce bir erkek çocuğu doğurmalıyım ki ben ileride yaşlanınca bana ve kızlarıma baksın diyor. Yani kadınlar iş hayatına atıl(a)mıyor ve kadınların geleceği belirsiz diye erkeklere gereğinden fazla sorumluluk yüklenmiş oluyor. Yani böylesi bir anlayışın olduğu kültürde erkek olmak da çok zor.

  • Mülteci kamplarındaki karmaşa

2017 yilinda Beyrut’ta yaşayan mültecilerle yapılan çalışmalarda kadınların bazılarının nasıl düşündüğüne dair örnekleri de görebiliriz. Örneğin, genç bir kadın Birleşmiş Milletler’in yardımlarını çocuklu olan aile olsan bile alamıyorsun. Bu yardımları alma şartı hamile olmak olduğu için insanlar da tekrar hamile kalıyor diyor.

  • Sağlık sistemini pahalı olması veya hastaneye gidememek

2020 yılında yayımlanan makaleden anladığımız üzere, mülteciler Suriye’de iken doğum konrol haplarına erişim bedava. Ancak, Lübnan’da yerleştikleri yerlerde ya pahalı ya da aile planlama merkezi veya hastanelerde uzakta oturup oraya ulaşımı karşılayamıyorlar (Usta, 2020). 2014’te yapılan bir çalışmaya göre mülteci kadınların çoğu hamile kaldıktan sonra bir jinekoloğa gidiyor. Son 6 ayda bir jinekoloğa gittiniz mi sorusuna katılımcıların sadece 4’te 1’I evet diyor (Masterson ve arkadaşlar, 2014). Çalışmaya katılan kadınlardan biri “Lübnan’da ilaç için bir doktora gitmek için ortalama $33 buluyor. Bu parayı nereden bulalım” diyor.

  • Hayat pahalılığı çocuk sayısını gözden geçirmeye sebep olabiliyor. 
    Savaş sonrası bazı aileler ise çocuk sayısını 1 ya da 2’ye düşürmek istiyor. Örneğin, 2017 yılındaki Lübnan’daki mülteci kadınların yer aldığı bir çalışmada kadınlar eşlerinden habersiz doğum kontrol hapı kullanıyorlar (Kabakian-Khasholian ve arkadasları). Örneğin, bir kadın ‘Eskiden 10 çocuk sonrası doğum kontrol hapı kullanıyorlardı. Şimdi ben de 1-2 çocuk sonrası doğum kontrol hapı kullanmak istiyorum’ diyor. Okullarının eğitimine önem veren başka bir anne ise okullara kayıt olunduğundaki masraf, kimlik sorunu veya mesafeden dolayı gönderememekten dolayı daha az çocuktan yana. 

Bu çalışmalarda bazı kadınların kayıplarının yerine de çocuk doğurabiliyor. Örneğin, birkadın ’biz daha çok çocuk doğurmak istiyoruz çünkü savaşta bir sürü kişi kaybettik. Ben savaşta bir oğlumu kaybettim.’ demesi de bunu örnekliyor.

Özetle, eğitimsiz, fakir ve kadının kendi vücudu üzerinde söz hakkının olmadığı herhangi bir kültürde kadın “doğurgan bir makinedir” ve tüm misyonu çocuk doğurmaktır. Suriyeli mültecilerinin bazılarında görülen bu çok çocuk doğurmanın savaş psikolojisi ile evrimsel olarak soylarını devam ettirme iç güdüsü olduğu söylenemez. Mültecilerin geldiği yer ve aile kültürü de mültecilerin hayata ve doğum kontrolüne bakışı kuşkusuz etkiliyor. Suriyeli mültecilerin bazılarının kültüründe zaten ortalama 5 çocuk yapmak var iken bunu savaşa bağlamak zor. Bir kısmı ise hayat pahalılığından dolayı 2 çocuk yapmayı düşünüyor. Lübnan’daki çalışmadaki bazı sağlık çalışanları ise gördükleri örneklemdeki hastalar için “cahil ve sorumsuz” kelimelerini kullanıyorlar. Bu kişiler çok çocuk doğurup bakımları ile ilgilenmiyorlar ve randevularına gelmiyorlar diye açıklamalarda bulunuyorlar.

Sonuç olarak bu konu politik, kadın-erkek ilişkileri, sosyoekonomik, uluslararası ilişkiler, siyaset kapsamında değerlendirebilecek bir sorun iken herkes konuya kendi alanlarından bakıyor.

Ben bu tartışmaya nereden bakıyorum? Benim bu video ile amacim savaş psikolojisi motivasyonu ile çok çocuk yapılmadığını açıklamak. Şahsi fikrim ise Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminden bir replik ile özetlenebilir: Neticede olan çocuklara oluyor doktor. Herkes yaptığının cezasını çekiyor, çocuklarsa büyüklerin günahını.

Dilerim bir daha savaşlar olmasın. Yeryuzunde bir daha kimse kendi istegi disinda ülkesinden göç etmek, baska ülkeye siginmak zorunda kalmasın.

Kaynaklar:

https://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/birth-rate-soars-jordan-refugee-camp-husbands-discourage-wives-using-contraception-a6928241.html

Benage M, Greenough PG, Vinck P, Omeira N, Pham P. An assessment of antenatal care among Syrian refugees in Lebanon. Conflict Health. 2015;9(1):8 

Cherri Z, Gil Cuesta J, Rodriguez-Llanes J, Guha-Sapir D. Early marriage and barriers to contraception among Syrian refugee women in Lebanon: a qualitative study. Int J Environ Res Public Health. 2017;14(8):836. 

Kabakian-Khasholian T, Mourtada R, Bashour H, Kak FE, Zurayk H. Perspectives of displaced Syrian women and service providers on fertility behaviour and available services in West Bekaa, Lebanon. Reprod Health Matters. 2017;25(sup1):75–86 

Masterson AR, Usta J, Gupta J, Ettinger AS. Assessment of reproductive health and violence against women among displaced Syrians in Lebanon. BMC Women’s Health. 2014;14(1):25. 

Nabulsi, D., Abou Saad, M., Ismail, H., Doumit, M. A., El-Jamil, F., Kobeissi, L., & Fouad, F. M. (2021). Minimum initial service package (MISP) for sexual and reproductive health for women in a displacement setting: a narrative review on the Syrian refugee crisis in LebanonReproductive Health18(1), 1-13.

Usta, J., Taleb, R., El Harakeh, S., El Kheir, R., Jbahi, M., Dassouki, S., & Shaarani, I. (2021). Predictors of Contraception Use Among Syrian Refugees in Lebanon: Results from a Cross-Sectional StudyMaternal and Child Health Journal25(4), 684-693.

Haftanın favori çalışmaları

  • Görme engelli bir kadına, beyninde görsel bölgesine yerleştirilen implantla eşleşen bir kameralı gözlük taktılarında kendisi bazı harfleri tanımış ve objelerinin sınırlarını algılamış.

Kaynak: Visual percepts evoked with an Intracortical 96-channel microelectrode array inserted in human occipital cortex.

  • Geceleri ~8 saat uyuyan üniversite öğrencileri, daha az uyuyanlara göre akademik olarak daha başarılı olup daha iyi hissediyorlar. Bütün gece uyanık olmak öğrenmenizi de yavaşlatıyor diye uykunuzu düzene koymakta fayda var.

Kaynak: Bono, T. J., & Hill, P. L. (2021). Sleep quantity and variability during the first semester at university: implications for well-being and academic performance. Psychology, Health & Medicine, 1-6.

  • Alzheimer hastaları, canlı kedi yerine sorumluluğu olmayan robotik kedi ile zaman geçirdiklerinde kendilerini daha iyi hissetmişler. Ayrıca, hesaplama işlemlerinde biraz ilerleme göstermişler.

Kaynak: LaRose, B. S., Wiese, L. K., & de los Ángeles Ortega Hernández, M. (2021). Improving Behavioral and Psychological Symptoms and Cognitive Status of Participants With Dementia Through the Use of Therapeutic Interactive Pets. Issues in Mental Health Nursing, 1-14.

Parkinson yasası ile verimlilige bakış

Malaya Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Northcote Parkinson, İngiliz ordusunda dört kişiyle çalışıyor. Öyle bir dönem geliyor ki, beraber çalıştığı dört kişiden biri olan bir albay hastalanıyor, albayın asistanı uzaklara gidiyor, diğer iki subay da başka işler sebebiyle ayrılıyor. Parkinson bu üstünde çalışanlar ayrıldıkça farkediyor ki işleri daha da kolaylaşıyor. Parkinson bütün işlerini bitiriyor, etrafı toplayıp temizliyor derken günün geri kalanın işleri olmadan kendisine kaldığını farkediyor. Parkinson bu durumdan 2 ders çıkarıyor: 1. Bir işin yapılması için o işe tayin edilen kadronun büyüklüğü arasında bir ilişki yok. 2. Aksine, iş tamamlanana kadar olan zamanı doldurmak için iş yayılıyor. Bu durumu gözlemleyen Parkinson, 1955 yılında the Economist dergisine yazdığı bir yazıda bu durumu anlatıyor. Hatta Parkinson’ın bir kitabı da bulunmakta. Tarihe Parkinson yasası olarak geçen bu gözlemleri, verimli çalışma ve zaman yönetimi ile ilgili birçok dergide hala karşımıza çıkar.

Aslında bu yasanın ima ettiği şeyi siz de yaşamışsınızdır. Örneğin, ben valizimi hazırlamak için 1 saatim varsa 1 saat içinde; 1 hafta zamanım varsa 1 hafta içinde hazırlayabilirim. Dolayısıyla aslında süreye yaydığımız ve verim alamadığımız bir iş tamamlama modelimiz oluyor.

Oregon State Üniversitesi’nde 24 öğrencinin katıldığı bir çalışmada, katılımcılar teslim tarihi yakın ve uzak tarihli bir görev verildiğinde insanlara ne kadar zamanları kaldığına dair bir geridönüt verildiğinde ve verilmediğinde ne oluyor diye araştırıyorlar. Teknik olarak da öğrencilerin göz hareketlerini ölçüyorlar.

Sonuçlar gösteriyor ki öğrencilerin teslim tarihine az zamanı olanlar insanların ekrandaki kalan zamana odaklanmasını artırıyor, bir görevin tamamlamama süresinin daha uzun olmasına sebep oluyor ve doğruluk oranını artırıyor. Ne zamanki insanların zamanı az kaldığına dair bir geridönüt olunca, sürekli zamanı kontrol ediyorlar. Bu sebepten de verilen görevi tamamlama süreleri daha da artıyor.

Bu çalışmadaki analizler sonucu araştırmacıların vardığı sonuç şu: insanlara kaç dakikaları kaldığını söyleyince insanlar teslim tarihine az bir süre varken odaklanabiliyorlar. Bunun anlamı da insanlara hiç geridönüt vermediğinizde insanların bir işi tamamlama süreleri daha da kısa oluyor. Çünkü insanlar ne kadar zamanları kaldığını bilmediği için teslim tarihini kaçırma riskini göze alamıyorlar.Araştırmacılar bu sonuçları Parkinson yasasına bağlıyorlar: teslim tarihinden önce ne kadar az zamanımız varsa o kadar hızlı bitiriyoruz.

Hal böyle olunca şirketler acaba biz haftanın 5 günü değil de 4 günü çalışsak ne olur? Microsoft’un Japonya ofisi haftanın 4 günü çalışma modelini 2300 çalışan üzerinde test ediyorlar. Japonya gibi çok çalışma kültürü olan ve karoshi (death by overwork from stress-induced illnesses or severe depression) çalışmanın acı çekmenin onure edildiği bir toplumda bunun denenmesi çok önemli. Bu deneme dile insanların verimliliği yüzde 40 artmış. Ek olarak insanlar daha az izin istemişler. Muhtemelen kendilerini daha iyi hissetmişler.

Almanya’da ise Digital Enabler adli bir şirket bir günde sadece 5 saat çalışmayı denedi. Bu şirkette sabah 8’de mesai başlıyor ve 1’de bitiyor. İnsanların telefonları ve sosyal medyaları kapalı bir şekilde öğlen işten çıkmak için işine odaklanıp günü bitirmeleri hedefleniyor. Şirketin CEO’su ve müşteriler durumdan mutlu ve memnunlar. Çalışanların bazıları ise aileleri ve arkadaşları ile sosyal bağların kopmasından şikayetçi olabiliyor.

Kissadan hisse: Bir isi gözünüzde büyütüp uzun zamanlar ayırmayın ve her şeyi son ana bırakmayınız.

Kaynakca:

  1. https://www.marketwatch.com/story/the-four-day-work-week-just-became-permanent-at-this-company-2018-10-06
  2. https://news.microsoft.com/ja-jp/2019/10/31/191031-published-the-results-of-measuring-the-effectiveness-of-our-work-life-choice-challenge-summer-2019/
  3. https://www.economist.com/news/1955/11/19/parkinsons-law
  4. https://www.forbes.com/sites/jackkelly/2019/10/28/will-the-five-hour-work-day-catch-on-in-america/?sh=461af38ca5c8

Türkçe cinsiyetsiz bir dil midir? Erzurum maskülen İzmir feminen mi?

Elimdeki elmayi ona goturdum. Ben bu cumleyi soyledigimde “O” kadin mi erkek mi? Cevabi belirsiz degil mi? Nedeni ise cok basit: Turkcenin dilbilgisel olarak cinsiyetsiz bir dil olmasi. Dilleri dilbilgisel cinsiyete gore kategorilestirmede 3 kategoriden bahsedebiliriz: cinsiyet kategorileri olan diller, cinsiyetsiz ve dogal. Cinsiyet kategorileri olan dilleri olan ülkelerden birkaçı: Fransa, Almanya. Cinsiyetsiz kategorilerde hangi diller var derseniz: Finlandiya, Estonya, Cin, Maceristan, Gana gibi ulkelerin dilleri de cinsiyetsiz kategoridedir.

Cinsiyetlendirilmis dillerde maskulen yani eril ve feminen yani dişil artikeller yanı tanımlıklar vardır. Bu başa bela artikeller ismin -i hali ve -de halinde değişince bu dilleri sonradan öğrenenler için zor oluyor. Peki Türkçede bu tarz maskülen ve feminen tanımlayıcıların olmaması ne anlama geliyor? Diğer bir deyişle Türkçe cinsiyetsiz bir dil mi?

Bu konuda Türkçe kaynak ararken Dr. Caner Kerimoğlu ve Gökçe Doğan’ın 2015 yılında Türklük Bilimi Araştırmaları adlı dergide yayınladıkları makaleden yararlandığımı belirtmem lazım. Bu makaleye ek olarak diğer yararlandığım kaynaklar da blog yazisi sonunda bulunmaktadır. Bilgileri sıralayalım:

Bizim dilimizde diğer dillerden farklı nasıl cinsiyetsiz peki?

1.     Türkçede tanımlık ya da artikel kullanarak sözcüklerin önüne cinsiyetçi bir kelime getirmiyoruz. Örneğin, Almanca cinsiyet kategorisine sahip bir dildir. Almancada adam darken kelimenin önüne belirli artikel olarak der kullanilir (der Mann), kadın die Frau, araba derken das Auto denir yani artikeli ‘das’tır. Fransizca da masa derken feminen tanımlıkla la table ve herhangi bir masadan bahsediyorsaniz une table denir. Bizde ise bu tarz cinsiyetçi artikeller yok.

2.      Kerimoglu ve Dogan (2015)’ın makalelerine göre Türkçede dilbilgisel cinsiyet yabancı dillerden geçmiş kelimelerde cinsiyet kategorileri var. Örneğin, Arapçadan alınan sözcüklere örnek vermek gerekirse erkek yönetici için müdür; kadin yönetici için müdire denmesi gibi. Aynı şekilde Batı dillerinden alınan sözcükler için kadın için balerin, erkek için balet denmesi. Bu sözcükleri duydugumuzda cinsiyetler tanımlanmış oluyor.

3.    Türkçede ‘anım’ diye bir ekten bahsediliyor. Yani müdür kelimesine müdiranım denmesi gibi. Yani bazı “Türkologlar Türkçede +çA, +çık, +kA, +m gibi dişilik eklerinin var olduğunu iddia etmiş”  (Kerimoglu ve Dogan, 2015 makalesinden alıntıdır). Başka araştırmacılar da ‘eme, ög, eke, ana, eçe’ gibi eklerin kadınlar için kullanıldığını söyler(Karaağaç, 2009, Kerimoglu ve Dogan, 2015 makalesinden alıntıdır). Örnegin, Begüm kelimesi TDK’ya göre Hint prenseslerine verilen unva demektir. Aslında beyin hanimi anlaminina gelecek beg emesi’nin evrilip begum haline dönüşmesidir., Kerimoğlu ve Doğan’a göre bu ekler bazı örneklerle sınırlı kalıp türetilemediği için Türkçe’da yaygın cinsiyet kategorisi olduğundan bahsedilemez.

4.    Türkçede sözlüksel cinsiyet nitelendirmesi vardır. Bazı sözcüklerin önüne kadın veya erkek kelimeleri getirilerek yapılması. Örneğin, kadın futbolcu, erkek hemşire (Kerimoglu ve Dogan, 2015). Bunu örneklemek için de Türkçe ile ilgili birçok araştırması bulunan Friederike Braun Türkçe’deki cinsiyet tanımlaması üzerine bir kitap bölümü dahi yazmıştır. Bu bölümde Türkçe’de belirgin olmasa da bir cinsiyet kategorisi vardır demektedir. Örneğin, araştırmacı Braun’un da anlattıklarını kısaca özetletmek gerekirse:
Meslek dillerinde bazen saklı bir cinsiyet kategorisi var. Örneğin, polis, kuyumcu, taksi şöforü, işportacı, postacı, sekreter, memur vb. kelimeleri insanlara sunulduğunda kelimeler yüzde 85 oranında ‘erkek’ ya da maskulen kategoriyi çağrıştırıyor. Yani bu kelimeler birçok kişiye erkeği çağrıştırıyor. Bu durum gündelik hayatta denk geldiğimiz birçok çalışanın erkek olmasına bağlanabilir. Ben örneğin hiç kadın taksi şoförüne denk gelmedim.Bu sebepten ben de taksi şöforü denilince erkek birini resmediyorum zihnimde. Kadını çağrıştıran kelimeler ise temizlikçi, tezgahtar, sekreter ve misafir.

Araştırmacı Braun belirsizlik olan durumda erkek cinsiyet baz alınıp kadını belirlemeye çalıştığımız özetliyor. Örneğin, bir şöfor kadın ise şöfor kelimesinin geçtiği bir cümlede aklımıza ilk gelen cinsiyet kategorisi erkek diye bu kelimeyi çevirirken önüne kadın diye ekliyoruz. Cinsiyetin belirlenmesi için de bazen erkek kelimesinin geldiği grup da var. Örneğin, hemşire ve sekreter kelimelerinde kadın çağrışımı ağır bastığından bu kelimelerin önüne erkek kelimesi getirilerek cinsiyet nitelemesi yapılır.

5.     Cinsiyet demişken tartışmalı bir kelimeden bahsetmek lazım. Adam kelimesi. Adam kelimesi erkek çağrışımı yaptığından bilim adamı derken kadınları da kapsamadığından bilim kadını bir kategori çıktı. Sonuç olarak bugün bilimde cinsiyetçilik yapmak da pek hoş olmadığından bilim insanı kelimesini kullanmak tercih edilmeye başlandı. Ancak, eski TDK başkani Mustafa Kaçalin AA’ya verdiği bir demeçte  bu durum cehalet örneği olduğunu söyledi:

            “Bilim adamı” kelimesinin kullanımının doğru olduğunu, “adam” kelimesinin ise cinsiyeti ifade ettiği düşüncesinden dolayı kullanılan “Bilim insanı” kelimesinin bir cehalet örneği olduğunu kaydeden Kaçalin, “Cinsiyeti ifade ediyor olsa tamam, problem yok. Ediyormuş gibi, durup dururken bunu ortaya çıkardılar. Adam ferdi, insan cemiyeti ifade ediyor. Adam içine çıkmak demeyiz. İnsan içine çıkmak deriz ama adam olmak deriz. Burada bir cinsiyet yok.” dedi.

Sayın Kaçalın’ın sözlerine karşı duran fikri de İstanbul Üniversitesi’nde 2006 yılında Menekşe Pınar Güden’in yazdığı tezden yola çıkarak sunmayi isterim. Sayın Menekşe Güden diyor ki adam kelimesi bütün insanlar için kullanılsa da zamanla sadece erkekler için kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin, adam olmak, devlet adamı, iş adamı, adam etmek gibi örnekler daha çok erkeği çağrıştırır. Adam” kelimesi ilk zamanlarda tüm insanlar için kullanılmış olsa bile, erkeğin iktidarının ortaya çıkışıyla norm olarak “erkek” görülmeye başlanmış ve böylece insan olmak, erkek olmakla özdeşleşmiştir (Güden, 2006). Bu sebepten adam kelimesinin kullanıldığı cümlelerde kadınlar silikleştiriliyor.

 6. Son olarak bir de Türkçe aslında dilbilgisel olarak cinsiyetsiz olsa da aslında bazı cinsiyet çağrışımlarından bahsedebiliriz. Örneğin, size Erzurum, İzmir, altın, demir, prizma(nötr), lösemi (nötr) kelimelerinin sizde dişil(feminen), eril(maskülen) ya da nötr kategorilerinden hangisini çağrıştırdığını sorsam ne düşünürsünüz? Bu sorduğum soruyu Kerimoglu & Dogan (2015) ve Sebzecioğlu & Karakaya (2019) makalelerinde katılımcılarına Türkçe kelimeleri yöneltip “eril, dişil ve nötr” seçenekleri içinden hangisini çağrıştırdığı sormuş. Size sorduğum kelimeler için katılımcıların çocuğunun Erzurum ve demir kelimelerini eril, İzmir ve altın kelimelerini dişil; prizma ve lösemi nötr kategoriyi çağrıştırdıklarını bulmus(Kerimoglu & Dogan, 2015).
 
Sonuç olarak Türkçe dilbilgisel olarak cinsiyetlendirilmis bir dil değildir (Kerimoglu ve Dogan, 2015). Ancak bazı sözcüklerde, söz öbeklerinde belirgin eril/maskülen çağrışımlara sahip bir dildir diyebiliriz.

Son olarak, bir dilbilimci olmadığımı belirtmek isterim. Farklı dilleri öğrendikçe Türkçenin diğer dillerle benzerliklerini ve diğer dillerden farklılıklarına merak etmeye başladım. Dil uzmanlık alanımda değilse de algı konusu psikoloji konusu olduğu için ve merak ettiğim konulara yönelik araştırmalarıma paylaşmayı sevdiğimden bu videoları yapıyorum. Sizlerin de katkılarını bekliyorum. Eksik veya eklemek istediklerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.  

Kaynaklar:

  1. Kerimoğlu, C., & Doğan, G. (2015). Türkçede cinsiyet görünümleri ve çağrışımsal Cinsiyet. Journal of Türklük Bilimi Arastirmalari, 20(38).
  2. Braun, F. (2001). The communication of gender in Turkish. Gender across languages, 1, 283-310.
  3. Sebzecioglu, T. & Karakaya, S. (2019). Cinsiyet Değişkeni Açısından Türkçe Dil Kullanıcılarının Yansız Adlar Üzerindeki Erillik-Dişillik Algısı.
  4. Anadolu Ajansi roportaji: https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/turkcede-kelimelerin-cinsiyeti-yok/607913

Beynimiz icin de tebdil-i mekanda ferahlık var mı?

Unlu atasozlerimizden tebdili mekanda ferahlik vardir atasozunde yer degisikliginin insana iyi geldigi vurgulanir. Siz de dusunun bazen hava almak, tasinmak, yer degistirmek size yeni hayaller umutlar verir. Bu yazımda da Miami ve New York’ta yapilan bir beyin arastirmasiyla bunun dogrulugunu gosterecegim.
Calisma, 2020 yilinda Nature adli dergide yayinlandi. Bu calismada New York ve Miami’den katilimcilarin GPS datasi ile anlik duygularini takibe aliyorlar. Yani kisilerin hareketleri takip ediliyor ve hareket alanlarina gore de duygulari soruluyor. Sonuclar gosteriyor katilimcilar yer degistirdikce pozitif duygular hissettiklerini paylasiyorlar. Nedir bu duygular? Mutlu, heyecanli, guclu, rahatlamis olmak…

Continue reading “Beynimiz icin de tebdil-i mekanda ferahlık var mı?”

Erteleyen ve harekete geçen beyin farkı

Teslim tarihiniz ya da sinaviniz yaklasiyor diye elinizdeki bir isi bitirmeniz lazim. Elinizdeki ise baslamak icin kendinizi zorlar misiniz yoksa erteler misiniz? Bu aslinda karar verme surecindeki tereddutu olcme sorusu. Bazi insanlar teslim tarihi yaklasinca islerine bitirmeye karar verirken bazilari ise isleri sonsuza kadar ertlemek icin elinden geleni yapar. Peki ama isini hemen yapanlarla erteleyenler arasinda bir fark olabilir mi? Bu soruya cevabi Almanya’daki Ruhr Universitesi’nde Dr.Caroline Schlüter’in birinci yazar oldugu ve Prof. Onur Gunturkun ve Dr. Erhan Genc’in oldugu bir grup arastirmacinin calismasiyla cevap bulacagiz.

Continue reading “Erteleyen ve harekete geçen beyin farkı”

Antarktika’daki güçlü zihinlerden alinacak 8 ders

Korona gunlerinde eve tıkıldığımız şu gunlerde izolasyonla en iyi basa cikma onerilerini sizinle paylasmak istiyorum. Paylasirken de biraz da gercek ekstrem kosullari olan insanlardan yola cikmak istiyorum. Bu kosullardan biri Antartika’da polar arastirma grubundaki insanlar. Bu grupta yer alan kisilerden biri Prof. Dr. Nathalie Pattyn ve kendisi benim doktora tezimi sundugum jurideki insanlardan biri. Kendisi bu zor kosullara o kadar dayanikli biri ki benim jurimde beni en cok zorluyan ve en zeki sorulari soran kisiydi diyebilirim. Dr. Pattyn hatta bizim fakultemizde bize Antartika’daki anilarini anlatirken nasil akil ve ruh sagligini koruduguna dair birkac tuyo da vermisti. Simdi Dr. Pattyn ve diger uyelerin yazdiklarindan yola cikarak, benim de ekledigim bazi maddeleri harmanlayip kendinize evde kolay uygualayabilecegimiz rutinler yaratalim.

Continue reading “Antarktika’daki güçlü zihinlerden alinacak 8 ders”

Karantina’da neden daha çok kişiyle mesajlaşıp görüşüyoruz?

Karantina günlerinde hiç beklemediğiniz insanlardan mesaj, aile üyelerinden olmadık, arkadaşlarınızda aramalar, istatistikler ve sürekli komplo teorileri, özellikle yaşlı üyelerden yalan haberlerin yayıldığı düşük çözünürlükte mesajlar alıyorsunuzdur. Sosyal medya geyiği olarak karantina en çok dışa dönük insanları etkilerken, içe dönükler zaten hep evde olduklarından hayatlarında değişen bir şey yok diye çok paylaşım görmüşsünüzdür. Hemen dünyanın en top üniversitelerinden biri olan MIT’den üniversitesinde 4 sene önce yapılmış bir deneyden bahsedelim.

Continue reading “Karantina’da neden daha çok kişiyle mesajlaşıp görüşüyoruz?”

Karantinada belirsizlik psikolojisi ile başa çıkma

Okullar acilacak mi, isimi kaybedecek miyim, virusu kaparsam olur muyum, annem babam yasli ve kronik rahatsizliklari var olurler mi ve dunyanin sonu gelecek mi? Bu sorularin listesi uzayip gidebilir de. Bu kaygi dolu sorular ve koronavirusunun belki de beklemediginiz sonuclarini izlerken belirsizlik duygusu sizi de agina aldiysa ne yapabilirsiniz?

Sorumuza cevabı vermeden beynimiz belirsizliği neden sevmez bunu tanımlayalım. İnsanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri kendini güvende hissetme ihtiyacı. Bu sebepten sürekli bir şeyleri güvenilir olan ya da olmayan diye hızlıca tarar ve karar verir. Hatta bu kararları sonucu güvenilir insanlar, yerler, şehirler, durumlar diye hızlı bir kategorileştirme yapar. Güvenilir olmayan diye gördüğümüz bir kategori aslında tehlike. Yaşamak için veya sağlıklı olmak için de bu tehlikelere önceden tedbir almaya çalışırız ve elimizde olsa daha gelmeden çözüm bulma arayışına gireriz. Dolayısıyla, beynimizin bir tehlikeyi önceden görebilmesi için de bu belirsizliğe hazırlanmak için de olası senaryolar hazırlar. Zombiler gelirse, tuvalet kağıdı biterse, bir daha tatile çıkamazsak, çocuğumu kaybedersem ya ben ölürsem düşünceleri bizleri bulur. İşte bu soruları sormak normal olsa da eğer günlük hayatınızı kötü etkilemeye başlarsa kaygınız belirgin düzeyde artmıştır diyebiliriz.

Continue reading “Karantinada belirsizlik psikolojisi ile başa çıkma”

Çocuklarını Cep Telefonu ve İpadle Oyalayan Aileler Neden Pişman Olabilirler?

Çocuklarına yemek yedirirken ya da çocukları her ağladığından susturmak için ipad veya cep telefonu veren ebeveynler bu video sizler için. Çocugun pasif bir şekilde izlediği o videolar, oyunlar çocukların beynini nasıl etkiliyor?

2019 yılında bir pediatri dergisinde yayınlanan bir çalışmada 3 ile 5 yaşları arasındaki çocukların dil yeteneğine, ailelerine de ipad ve cep telefonu gibi aletlerde ne kadar zaman geçirdiklerine ve MR aletine de koyup beyinlerine bakıyorlar (kaynak 1).

Continue reading “Çocuklarını Cep Telefonu ve İpadle Oyalayan Aileler Neden Pişman Olabilirler?”