Malaya Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Northcote Parkinson, İngiliz ordusunda dört kişiyle çalışıyor. Öyle bir dönem geliyor ki, beraber çalıştığı dört kişiden biri olan bir albay hastalanıyor, albayın asistanı uzaklara gidiyor, diğer iki subay da başka işler sebebiyle ayrılıyor. Parkinson bu üstünde çalışanlar ayrıldıkça farkediyor ki işleri daha da kolaylaşıyor. Parkinson bütün işlerini bitiriyor, etrafı toplayıp temizliyor derken günün geri kalanın işleri olmadan kendisine kaldığını farkediyor. Parkinson bu durumdan 2 ders çıkarıyor: 1. Bir işin yapılması için o işe tayin edilen kadronun büyüklüğü arasında bir ilişki yok. 2. Aksine, iş tamamlanana kadar olan zamanı doldurmak için iş yayılıyor. Bu durumu gözlemleyen Parkinson, 1955 yılında the Economist dergisine yazdığı bir yazıda bu durumu anlatıyor. Hatta Parkinson’ın bir kitabı da bulunmakta. Tarihe Parkinson yasası olarak geçen bu gözlemleri, verimli çalışma ve zaman yönetimi ile ilgili birçok dergide hala karşımıza çıkar.
Aslında bu yasanın ima ettiği şeyi siz de yaşamışsınızdır. Örneğin, ben valizimi hazırlamak için 1 saatim varsa 1 saat içinde; 1 hafta zamanım varsa 1 hafta içinde hazırlayabilirim. Dolayısıyla aslında süreye yaydığımız ve verim alamadığımız bir iş tamamlama modelimiz oluyor.
Oregon State Üniversitesi’nde 24 öğrencinin katıldığı bir çalışmada, katılımcılar teslim tarihi yakın ve uzak tarihli bir görev verildiğinde insanlara ne kadar zamanları kaldığına dair bir geridönüt verildiğinde ve verilmediğinde ne oluyor diye araştırıyorlar. Teknik olarak da öğrencilerin göz hareketlerini ölçüyorlar.
Sonuçlar gösteriyor ki öğrencilerin teslim tarihine az zamanı olanlar insanların ekrandaki kalan zamana odaklanmasını artırıyor, bir görevin tamamlamama süresinin daha uzun olmasına sebep oluyor ve doğruluk oranını artırıyor. Ne zamanki insanların zamanı az kaldığına dair bir geridönüt olunca, sürekli zamanı kontrol ediyorlar. Bu sebepten de verilen görevi tamamlama süreleri daha da artıyor.
Bu çalışmadaki analizler sonucu araştırmacıların vardığı sonuç şu: insanlara kaç dakikaları kaldığını söyleyince insanlar teslim tarihine az bir süre varken odaklanabiliyorlar. Bunun anlamı da insanlara hiç geridönüt vermediğinizde insanların bir işi tamamlama süreleri daha da kısa oluyor. Çünkü insanlar ne kadar zamanları kaldığını bilmediği için teslim tarihini kaçırma riskini göze alamıyorlar.Araştırmacılar bu sonuçları Parkinson yasasına bağlıyorlar: teslim tarihinden önce ne kadar az zamanımız varsa o kadar hızlı bitiriyoruz.
Hal böyle olunca şirketler acaba biz haftanın 5 günü değil de 4 günü çalışsak ne olur? Microsoft’un Japonya ofisi haftanın 4 günü çalışma modelini 2300 çalışan üzerinde test ediyorlar. Japonya gibi çok çalışma kültürü olan ve karoshi (death by overwork from stress-induced illnesses or severe depression) çalışmanın acı çekmenin onure edildiği bir toplumda bunun denenmesi çok önemli. Bu deneme dile insanların verimliliği yüzde 40 artmış. Ek olarak insanlar daha az izin istemişler. Muhtemelen kendilerini daha iyi hissetmişler.
Almanya’da ise Digital Enabler adli bir şirket bir günde sadece 5 saat çalışmayı denedi. Bu şirkette sabah 8’de mesai başlıyor ve 1’de bitiyor. İnsanların telefonları ve sosyal medyaları kapalı bir şekilde öğlen işten çıkmak için işine odaklanıp günü bitirmeleri hedefleniyor. Şirketin CEO’su ve müşteriler durumdan mutlu ve memnunlar. Çalışanların bazıları ise aileleri ve arkadaşları ile sosyal bağların kopmasından şikayetçi olabiliyor.
Kissadan hisse: Bir isi gözünüzde büyütüp uzun zamanlar ayırmayın ve her şeyi son ana bırakmayınız.
Kaynakca:
- https://www.marketwatch.com/story/the-four-day-work-week-just-became-permanent-at-this-company-2018-10-06
- https://news.microsoft.com/ja-jp/2019/10/31/191031-published-the-results-of-measuring-the-effectiveness-of-our-work-life-choice-challenge-summer-2019/
- https://www.economist.com/news/1955/11/19/parkinsons-law
- https://www.forbes.com/sites/jackkelly/2019/10/28/will-the-five-hour-work-day-catch-on-in-america/?sh=461af38ca5c8